Türkler Soykırım yaptı diyenler niye Moradaki soykırımından söz etmiyorlar. diye tepki gösteren Rumeli Balkan göçmenleri kültürünü yaşatma derneği (RUBAGÖÇ) başkanı TUNCAY BAŞOĞLU tepkisini şu sözlerle sürdürdü;
Gerçek soykırımı bundan tam 203 yıl önce Yunanlılar, Mora’da öldürecek başka Türk kalmadığında sona erdirdi. Balkanlarda Türklere uygulanan insanlık dışı katliamı tüm dünyaya duyurmalıyız ve Yunanistan’da zafer diye kutlanan bu günü, Mora soykırım anma günü ilan etmeliyiz dedi.
1821 yıllarında Mora’da Türkler, Rumlar ve Yahudiler iç içe yaşamaktaydı. Bu nedenle isyancıların katlimına uğrayan veya aylarca kalelerde kuşatma altında kalan Müslümanlar, hiçbir şekilde böyle bir duruma hazırlıklı değillerdi.
1821’de başlayan Yunan ayaklanmaları, Mora Türklerinin modern Avrupa’nın gözleri önünde sistematik bir şekilde katledilmesiyle gelişmiştir. Ayaklanma boyunca Mora’da yaşayan Türkler açısından açlık ve ölüm günlük yaşamın doğal bir parçası haline gelmişti.
1821 Eylül ayında başlayan Rum isyancılar, ayrım yapmadan bütün Müslüman köylerini yağmalayıp, komşuları Türkleri katletmeye başladılar.
Daha isyan başlamadan önce Türklerin yok edilmesi için yemin etmiş bulunan Rum din adamları ise çanları çalıp, halkı ayaklanmaya katılmaya teşvik ediyorlardı. Papazlar, bu uğurda can verenlere şehitlik mertebesi vaat ediyorlardı.
Ağızdan ağza ne Mora’da ve ne dünyada hiçbir Türk’ün kalmayacağı dolaşıyor, bir kökten yok etme savaşının başlangıcını ilan eden şarkılar söyleniyordu.
ABD’li yazar McCarthy Ölüm ve Sürgün adlı eserinde: “Mora Yarımadası’nda Rumlar açık olarak Türklere karşı genel bir yok etme politikası içindeydi. Ayaklanmanın sloganı Piskopos Germanos’un dediği ‘Hıristiyanlara huzur! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!’ olmuştur.” yazmış. Mora’daki bu ilk katliam haberleri duyulunca Mezistre, Landor, Fenar, Badrine Müslüman halkı Tripoliçe’ye, Arkadya, Andurusa halkı Koron, Moton ve Navarin’e, Gastunlular Lala Kalesi’ne sığınmışlardı.
Kornina ahalisi, Türklerin toplanma merkezi haline gelen Tripoliçe’ye giderken bir darboğazda isyancılar tarafından saldırıya uğradı. Bu saldırı Tripoliçe’den duyulunca 2 bin kadar gönüllü yardıma koşarak kalanları kurtarabildi.
Tarihin en büyük soykırımlarından birinin eşiğinde olan Tripoliçe şehri, 5 ay boyunca 50–60 bin Rum tarafından aralıksız kuşatıldı. Kuşatma başladıktan bir müddet sonra kaleye yardım için gelen Bayram Paşa, Rum isyancılar karşısında yenilgiye uğradı ve 7 Eylül 1821’de çekildi.
Rumlar, kaledeki Türklerin İzmir’e nakledilmeleri karşılığı 5 milyon kuruş bedel istediler. Bu nedenle müzakereler uzadı. Sonunda anlaşmaya varıldı. Buna göre, Tripoliçe’deki Türklerin önce Guston İskelesi’ne ve oradan da Arnavutluk sahillerine nakli hususunda mukavele yapıldı.
Teslim şartları görüşülürken şehirdeki Arnavutların lideri de Rum isyancılarla ayrıca gizli bir anlaşma yapmıştı. Bu anlaşma gereği Arnavutlar 10 Ekim 1821 gecesi kale kapılarını açtı. Arnavutlar dışarı çıkarken, Rum isyancılar ani bir baskınla şehre girmeye başardılar.
Şehre giren asiler Rum isyanı boyunca meydana gelen en büyük katliamlardan birini gerçekleştirdiler. Şahit olanların kanının donduran saldırılarda, Tripoliçe’de bulunan 40 bine yakın Türk’ün hemen tamamı 3 gün boyunca vahşice öldürüldü.
Yunanlılar, zaten açlıktan kötü halde olan Türkleri küçük gruplar halinde mahallelerde kıstırmış direnenleri oracıkta katletmiştir. Bu direniş sonrasında tüm şehri Mısır’a götüreceğini söyleyen isyancılar tek tek tüm halkı teslim aldı.
Türkler şehirdeki tüm mallarını, tüm paralarını Yunanlara teslim etti. Türk Milleti Mısır’a gitmeyi planlıyordu ancak şehrin kapıları açıldığında Yunan askerleri ateş açmaya başlamış tüm şehri katletmeye başlamıştı.
Kin dolu Rum isyancılar Türk mezarlığını dahi kazıp, Müslümanlara ait kemikleri çıkarıp yaktılar. İsyancılar, kuşatma esnasında Türklere gayret vererek savaşa teşvik eden Tripoliçe Kadısı Halim Efendi’yi de üzerine yağ döküp yakmak suretiyle katlettiler.
YABANCI TARİHÇİLERİN GÖZÜNDEN MORADA TÜRKLERE YAPILAN SOYKIRIM.
Tarihçi N. Iorga, eserinde Rumların Tripoliçe’de gerçekleştirdiği katliamın, Türklerin tarihteki en büyük dramlardan biri olduğunu, katliamın komutanı Theodoros Kolokotronis’in anılarına göre 32.000 Türk katledildiğini aktarmıştır.
McCarthy: “Üç gün boyunca zavallı Türk yerleşimciler, bir vahşiler güruhunun şehvetine ve zulmüne teslim edildiler. Ne cinsiyet ve ne de yaş yönünden bir esirgeme yapıldı. Kadınlarla çocuklar dahi öldürülmeden önce işkenceden geçirildiler.”
McCarthy: “Kıyım öylesine büyük ölçekteydi ki, çetecilerin sergerdesi Kolokotronis’in kendisi bile, kasabaya girdiğimde yukarı hisar kapısından başlayarak atımın ayağı hiç yere değmedi demektedir. İlerlediği zafer kutlama töreni yolu, cesetlerden bir örtüyle döşenmişti”
Tarihçi George Finlay, Phrantzes adlı Yunan bir rahibin tanıklığını aktarmıştır: “Mermiler ve kılıçlarla yaralanmış kadınlar kaçmak umuduyla denize koştu. Kollarında bebekleri olan annelerin kıyafetleri çalındı ve tek gizlenme yeri olan denize koştular. Finlay: “Suda çömelirken insan olmayan tüfekli askerler tarafından vuruldular. Yunanlar bebekleri annelerinin kollarından aldı ve kayalara vurdu. Üç/ dört yaşlarındaki çocuklar denize atılarak boğuldu.
Katliam bittiğinde cesetler ya denize atıldı ya da sahile yığıldı.”Tripoliçe katliamı sırasında kentte bulunan Avrupalı subaylar, oradaki tüyler ürpertici sahnelere şahit oluyor ve bazıları, bu olayları bütün çirkinlikleriyle anlatıyordu. Bu sahnelere dayanamayan Alman Helen dostu genç Doktor Wilhelm Boldemann, zehir içerek intihar etmişti.
İsyana Rumlara destek için katılan ancak gördükleri vahşet karşısında irkilen bazı Avrupalı müelliflerin gözlemlerinden anlaşıldığı kadarıyla, Rumların Türkler üzerinde işlediği vahşi cinayetler soykırım olarak adlandırılabilecek özellikler taşıyordu.
Tükler sadece öldürülmekle kalmadı. Malvarlıkları ve vakıfları da yağmalandı, kültürel izleri ise sonsuza kadar silindi. Tabloda Tripoliçe’ye Yunan Bayrağını diken Panayotis Kefalas,bir kısmı yıkık bir camii, camiinin önünde de yerde yatan Türk şehitleri dikkat çekmektedir.
Tarih yazarı Alison Phillips, “War of Greek Independence” isimli eserinde Tripoliçe katliamını şöyle anlatır: “Perişan Türk halkı, üç gün süreyle vahşi haydutların hırs ve zulmüne maruz bırakıldı. Yaşına ve cinsiyetine bakılmadan hepsi katledildi. Öldürülmeden önce kadın ve çocuklara işkence yapılmıştı. Katliam o kadar mahşeriydi ki, çete lideri Kolokotronis’in kendi anlatımına göre, kasabaya girdiğinde, hisar kapısından itibaren atının nalları toprağa değmedi. Onun zafer yolu, halı gibi insan cesetleriyle kaplanmıştı. İki günün sonunda, sağ kalabilen feci haldeki 2 bin kadar her yaş ve cinsiyetten Müslüman, bilhassa kadın ve çocuklar merhametsizce toplanıp, yakındaki bir dağdan uçuruma yuvarlandı ve orada sığır gibi parçalandılar.”
Mora’daki soykırım ancak öldürecek başka Türk kalmadığında sona erdi. “Yunanistan’daki Türkler arkalarında az iz bıraktılar. 1821 ilkbaharında dünyanın geri kalanı tarafından arkalarından göz yaşı dökülmeden ve fark edilmeden aniden yok oldular. Bir zamanlar Yunanistan’ın, her yanında büyük bir Türk nüfusuna sahip olduğuna bile inanmak zordu.
“William St. Clair-İngiliz Tarihçi: Bu ailelerin arasında varlıklı çiftçiler, tüccarlar, memurlar yaşıyordu ve yüzlerce yıl boyunca burada yaşamış ve buralar kendi yurtlarıydı… Kasıtlı ve acımasızca öldürüldüler ve hiç bir zaman pişmanlık gösterilmedi.”
PİŞMAN OLAN AVRUPALILAR
Yunanlılar’a koşarak gelen birçok Helen hayranı, katliamı görünce ya intihar etmiş ya da Yunanlılar’ı terketmişti. Almanyalı Doktor Wilhelm Boldemann zehir içerek intihar ederken, İskoçyalı Albay Thomas Gordon ise Yunan barbarlığını görünce asilerden ayrılmıştı. Kimi Helen hayranı da gerçekleri gördükten sonra ülkelerine dönüşlerinde “Başkalarının, benim işlemiş olduğum hataları işlememesi için bu yazıyı kaleme alıyorum. Modern Yunanistan, eski Yunanistan gibi değildir. Yunanlılar, şükran bilmeyen, gaddar ve barbar bir soydurlar” diye yazılar yazmışlardı.
Yunanistan’dan ülkelerine dönen birçok Fransız subay, Yunanlılar’ı “Alçak, korkak ve iyilik bilmez bir soy!” olarak tasvir ederken Korint katliamına şahit olan Prusyalı bir subay, “Orada yalnız sefalet, ölüm ve nankörlükle karşılaşacaksınız. Size Almanya ve İsviçre’de söylenenlere inanmayınız; yaşlı bir askerin söylediklerine inanınız” demiş, Prusyalı başka bir subay ise “Eski Yunanlılar artık yoktur. Solon, Sokrates ve Dimosthenis’in yerini kör cehalet almıştır. Atina’nın makul yasalarının yerini barbarlık almıştır. …Yunanlılar, basın aracılığıyla yabancılara vermekte oldukları çekici sözleri yerine getirmiyorlar” diye yazmıştı.
İngiliz Tarihçi David Armine Howarth, “The Greek Adventure” eserinde : “Yunanlılar, bu cinayetleri işlerken, herhangi bir neden aramıyorlardı. Kan dökme şehvetine kapıldıkları için öldürüyorlardı”.
Budan tam 202 yıl önce şovenist Yunanlılar tarafından ancak öldürecek başka Türk kalmadığından sona eren Mora soykırımı daha daha güçlü anlatıp gündeme getirip, anma etkinlikleriyle gelenekselleştirilmeli ve Mora soykırımı dünya gündemine taşınmalı ve Balkanlarda yapılan gerçek soykırım su yüzüne çıkarılmalı ve Yunanistan’da zafer diye kutlanan bu günü Mora soykırım anma günü ilan etmeliyiz.
RUMELİ BALKAN GÖÇMENLERİ KIZÇELERİ BU İŞ SİZE DÜŞÜYOR, GELDİĞİNİZ KÖYÜN İSMİNİ GELENEK VE GÖRENEKLERİNİZİ ÇOÇUKLARINIZA ÖĞRETİN.
TUNCAY BAŞOĞLU
(BAŞKAN)
RUMELİ BALKAN GÖÇMENLERİ KÜLTÜRÜNÜ YAŞATMA DERNEĞİ
İlk yorum yapan siz olun